uyanış

 eski yazdıklarıma, düşündüklerime, paylaştıklarıma hatta genel olarak hayatıma şöyle bir baktığımda; toplumdan izole bir yaşamdan kurtuluş çabasıyla dolu. bu çabanın genel sebebi de, o zaman içerisinde yer aldığım hayat, internet hayatıydı. bundan sıyrıldığımda her şeyin daha güzel olacağına kendimi o kadar inandırdım ki; şimdi bile o değişimin heyecanı içimi kasıp kavuruyor. ama bir yanlış yaptım. beni yitirdim.

kendini sevmek, saymak gibi terimlere aşina olsaydım şayet bu tür bir değişime asla gerek duymayacaktım. hayatımda ilk defa -toplumdan izole yaşama sebebimin dış görünüşümle alakalı olduğunu düşünüyorsan, gayet iyi durumdasın- gibi bir yapıcı eleştiriyi zannediyorum 2013-2016 seneleri arasında bir tarihte ilkokul arkadaşım Batuhan'dan almıştım. eleştiri dediysem de, belki de dönüm noktamdı. sanki yıllardır duymam gereken şey buymuşçasına bir aydınlanma yaşadım. tabii her şey bir anda değişmedi, yani bu öneri/eleştiri/telkin adı her neyse, beni değişime hazırladı evet ama yüzeysel düşüncelerimde etkisi yoktu. bilinçaltımın bir köşesinde tutuyordum bir çok şey gibi.

biraz hızlı ilerliyorum. aslında HIMYM izlemeyi bırakıp buraya gelme kararını aldığım o 5-10 saniyelik tek kişilik beyin fırtınası evresinin sebebi çok daha derin bir konuya dayanıyor. asimile olmuş olmam. üstelik bilerek ve isteyerek. insan, çevresinde kendisini her şeye rağmen destekleyen bir tribün olduğunu sanmaya başladığında doğrularından da uzaklaşıyor. ben önceki girdilerimde de bahsettiğim gibi değişimi, herkesleşmeyi, topluma kazanılmayı (!) çok istedim. ama neden?

yeterince fabrika işçisi, esnaf, memur, memur çocuğu, orospu çocuğu yok muydu da bu yolu tercih ettim? neden zaten insanların edinmek için çaba sarf ettiği o "orijinal kişilik" evresinde kendimi sevemedim? aslında bir sebep geliyor aklıma; sevilmeme, aşırı derecede sevilmeme olasılığı korkusu. çünkü o günlerde düşündüğüm şeyler, kendisini evrenin büyüklüğü karşısında eritiyordu. yani şu; bir duygu, durum, çaresizlik, korku, çaresizlik, mutsuzluk, depresyon gibi durumlar; evrenin en büyük fotoğrafında görülemiyorsa, biz neyi kafamıza takıyorduk? motto buydu. düşünce buydu. güzelliğe bak.

şimdi geldiğim noktada her şey çok farklı. artık düşünce tarzımın değişimi beni daha da değersiz kılıyor. önceden değerliydim, kendime değer vermiyordum; şimdi değersizim, kendimde değer arıyorum.

halen bir çok insan tarafından tarzımın, düşüncemin, hareketlerimin farklı ve albenisi olduğuyla ilgili geri dönüşler alıyorum ama yetmez. her gün hangi dalda ne hakkında olursa olsun bilgi edinme merakımı geri edinmek istiyorum.

şimdilerde

out > bilgi edinme ve bununla mutlu olma

in   < insanlar dahil olmak üzere çevre etkenlere göre şekil alıp, mutlu/mutsuz olma

yani insana fazla değer vermeye başladım. bunu ilk kez düşündüğüm o 5-10 saniyelik evrede suçladığım ilk eylemim kuryelik döneminde edindiğim sosyal ortamla ilgiliydi. herhangi bir insanın çok uzun sürelerde edinebileceği karma-karışık sosyal ortama orada eriştim şayet. her koldan biriyle tanıştım. daha önce bulunmadığım -dünyanın dibi diyebileceğimiz- mahalle kültürü olan arkadaşlarım da oldu, iş dolayısıyla tanışıp yaptığı şeylere hayranlık beslediğim, bu iş olmasa asla aynı ortamda bu kadar samimi olamayacağım insanlarla da tanıştım.

bu karma-karışık ortam bana insan olduğumu hatırlattı sanırım. bir sosyal ortamda görünür olabilmek adına verebileceğim çabalar sanki temel bir içgüdüymüş gibi zihnimi örümcek ağı gibi sarmaya başladı mesela ve bu sadece bir örnek. bir diğer örnek, "en azından bundan çok daha iyi hayatım var" diyebilme yetisi. bu yeti hayatıma aniden girdi ve çok hızlı gelişti. ee, nerede o büyük evren fotoğrafı, nerede o hayat ve onun piyonu olan insanlara yukardan bakış? tam olarak içerisinde ve aynı frekanstasın roze, neler oluyor?

tamam bir anda barut kokusuyla doldu her yer, kulaklarımız çınladı... peki, asıl tetikleyen neydi?

o. karşısında davranışlarımı en kolay şekilde tam anlamıyla yansıtabildiğim yıllardır hayatımda yeri olan kadın, karşısında kendimi boş bir silah gibi hissettiğim kadının ta kendisiydi. tetik buydu.

en mutlu günlerim; duygu ve davranışlarıma tam hakim olduğum, hiçbir şeyi abartılı yapmamaya çalıştığım ve kontrolün TAMAMEN bende olduğu günlerdi. kontrolü kaybetmeye başladığımda, hatta bunu düşünmeye başladığımda dahi hayatım zindana dönüyor.

kendim hakkında, kendisinden duyduğum farklılıklarla ilgili hep umursamaz davranmışımdır. aslında gerçekten yine düşüncelerimin yüzeyinde bu farklılıklar hep itici olarak algılanmıştır beynimde. fakat; aslında benim bile farkında olmadığım ve beni ben yapan farklılıklarımı sezen, ondan medet uman, beni onlarla seven, beni bunlarla hoş gören bir kadın karşısında birden bu farkların ortadan kalktığını düşündüğünüzde, yani tamamen çıplak kaldığınızda; siz ne yapardınız?

hiçbir insanı hayatımın merkezine koymayacağım gerçeği hayatımın her döneminde benimle kalacağını düşünüyorum o ayrı.

lakin insan kendisinde içten içe sevip, başkaları gördükçe mutlu olduğu durumların bir kadın tarafından sürekli onaylanmasına uzun vadede alışıyor. yani anlatamadım tam ama. neyse. bu gecelik bu kadar.

esen kalın.

03.49

09.12.2021

Bu blogdaki popüler yayınlar

anlamıyorum abi beni

netflix neden netflix