lılılılı yaR beN beLaNıN tA k€ndisiYim ılılılılı

kristal şekillerinin birbirinden kolayca ayırt edilebileceği kadar büyük, yer yüzüne ulaşıp şekli değişene kadar çoktan ismi konulacak kadar yavaş bir kar yağışı eşliğinde neler yazılabilineceğini o gün geldiğinde hep beraber göreceğiz. şimdilik eski günlerdeki gibi arkada ufak seste açılmış flört - sen yokken dinlemekle yetineceğiz.

backspace tuşunun basılı kaldığı şu anlarda yine geçmişten bir anı geldi aklıma. anının adı churchill.

şimdilerde ismini dahi hatırlamadığım bir hanımefendi ile chat yapıyor iken, birbirimize istemeden hayatımız boyunca bize eşlik edecek alışkanlıklar kazandırıyorduk. tabii bazen isteyerek. mesela flört grubu ile sayesinde tanıştım, sonrasında bir radyo programı olarak matrax ile... belki halen farkında olmadığım fakat onun dolayısıyla tanıştığım bir çok şey vardır. neyse.

aramızda ki ilişki, birbirimize bu gibi şeylerden bahsetmek, hayata dair ufak ipuçları, yaparken zevk alınabilecek tüyolar gibi şeylerden öteye geçmedi.


içerisinde basketbol sahası, süs havuzları, çocuk oyun alanlarının da bulunduğu bir parkta, boş bir bankta tek başına oturuyorsun. hava buz, ellerin ceplerinden yalnızca sigara için çıkabiliyor, etraf sis, etraf duman. en güzeli de 0 (sıfır) insan. cep telefonlarının tek işlevi arama yapmak, şayet durum böyle olmasaydı fedakarlığımızı yalnızca sigaraya ayıramazdık. kafanda geçenleri sen bile takip edemiyorsun, en ağır düşüncelerin bile sana zevk verdiği bir an yaşıyorsun. yalnızca karşında rüzgardan adeta dans eden çam ağacına kitlenmiş durumda, titreyerek evrende ki her şeyi sorguluyorsun. sigara izmaritlerinin yere rahatlıkla atılabildiği bir devirdeyiz tabii, basıyoruz üzerine. gözler dinlensin bahanesi nüksediyor beyine. kapıyorsun, olabildiğince bırakıyorsun kendini geriye ve sonrası zaman kavramının dışında gelişiyor, belki saniyeler geçti belki saatler, bilmiyorsun. asla da bilemeyeceksin. nihayet gözlerini açtığında hiç umulmadık bir şey oluyor.




asıl meseleye gelecek olursak şöyle; sade soda, limon ve tuz karışımından oluşan o zamanın mükemmellerinden churchill, bizim için churchill değildi. yani en azından ikimiz, böyle bir içeceğin bir isminin olduğunu ve kafeteryalarda satışa sunulduğundan habersiz, ilk tarifi benim vermemle birlikte ismini koymadığımız bu şeyin ayinini yapardık. chat esnasında aniden birimizin aklına gelir, diğer kişiye üşenme hakkı tanımadan hadi bu şeyi yapıp içelim derdik ve yapardık. tabii bunun yanında çok ufak detaylar var. yine gözleri kapar, kendimizi geriye bırakırdık. sonrasında konuştuğumuz şeyler, 500 sayfalık kitabı okuyan 2 kişinin muhabbetinden daha detaylı ve keyifliydi. her ayinden bir kitap olurdu gerçekten. demem o ki bazı şeylerin adı konunca boku çıkıyor.


Bu blogdaki popüler yayınlar

anlamıyorum abi beni

netflix neden netflix